Hazret-i Hüseyin anlatır:
Recep ayıydı. Babamla beraber Kâ'be-i şerîfteydik. Kâ'bede ağlayıp, sızlayarak
Allahü teâlâya duâ eden bir kimsenin sesini işittik. Babam, bu kimseyi çağırmamı
söyledi. Hemen gidip o kimseyi buldum. Güzel yüzlü, temiz bir kimseydi. Fakat, sağ yanı
felç olmuş, kurumuş, hareketsizdi. Kendimi tanıtıp, babamın kendisini beklediğini
söyleyince hemen kalktı. Kendisine yardım ettim. Beraberce babamın yanına geldik.
Babam:
- Sen kimsin ve bu halin nedir, diye sorunca adam şunları anlattı:
- Ey mü'minlerin emiri, Allahü teâlâ tarafından cezaya çarptırılan kimsenin hali nasıl
olur? İsmim Menazil bin Lahık'tır. Ben vaktimi oyun ve eğlence ile geçirdim. Hep
nefsimin arzuları peşinde koşardım. Mübârek aylara hürmet etmez, mübârek aylarda ve
gecelerde günah işlemeye devam ederdim. Salih bir babam vardı. Beni günahlardan
vazgeçirmek için uğraşırdı. Yine bu kıymetli ayların birinde bana dedi ki:
- Allahü teâlânın azabı şiddetlidir. Bir anda kahredebilir. Kötü arkadaşlardan
vazgeç! Bu kötü işleri bırak! Zîrâ melekler ve bu aylar senden şikâyet ederler.
Nasîhata hiç tahammülüm olmadığı için, babamın üzerine yürüyüp onu dövdüm ve
susturdum. Babam benim bu yaptığıma çok üzülmüştü. Bunun üzerine, yedi gün oruç
tutup, Kâ'be-i muazzamaya gitti. Yanında ben de vardım. Burada şöyle duâ etti:
- Ey Rabbim! Mazlumların âhını yerde bırakmazsın. Bu mübârek ayda, bu
mübârek yerde yapılan duâları reddetmezsin. Benim hakkımı oğlumdan al,
oğlumun bir tarafını kurut!
Daha babam duâsını bitirmemişti ki, sağ tarafım felç olup, kurumuştu.
- Baban bu hali görünce ne dedi?
- Çok üzüldü, duâsının bu kadar çabuk kabûl edileceğini düşünememişti. Perişan
halde beraber geri döndük. Ben yaptıklarımdan çok pişman olmuştum, fakat olan
olmuştu. Babam da benim bu halimi gördükçe o da çok üzülüyordu.
Nihayet dayanamayıp, yine Kâ'be-i şerîfin huzurunda benim, iyileşmem, eski halime
dönmem için duâ etmek niyyetiyle hayvana binip yola çıktı. Fakat, yolda hayvandan
düşüp öldü. böylece artık iyileşme ümidim kalmadı. İşte bu halimle her gün gelip burada
cenâb-ı Hakka yalvarıyorum. İnşaallah Rabbim, yine içinde bulunduğumuz şu mübârek
aylar hürmetine duâmı kabûl eder de perişan halden kurtulurum.
Hazret-i Hüseyin sonrasını şöyle anlatır:
Babam, adamın bu halini görünce dayanamadı, bu kimseye bir duâyı öğretti. O kimse
bu duâyı okudu. Şifâ bulup hastalık ve sakatlıktan kurtularak, ertesi gün bizim yanımıza
hiçbir şeyi kalmamış olarak geldiğinde, sordum:
- Bu hale nasıl geldin?
- Akşam eve gittiğimde, babanızın öğrettiği duâyı okuyacaktım. O ara uykuya daldım.
Rü'yâmda, bana bir ses "Allahü teâlâ sana yetişir. Sen öyle bir duâ öğrendin ki, bu
ism-i a'zamdır. Onunla duâolunduğunda kabûl olunur, onunla istediğin verilir."
dedi.
Sevinç içinde uyandım. O arada tekrar bir ağırlık bastı, yine uyudum. Bu defa rü'yâda
Resûlullahı gördüm. Halimi kendilerine arzettim. İnci saçılan mübârek dilinden:
- Amcamın oğlu Ali'nin öğrettiği duâyı oku! Sana ism-i a'zamı öğretti. Onunla
duâ kabûl olur, istenen şey verilir, buyurdu. Ben de:
- Yâ Resûlallah! Mübârek ağzınızdan da o duâyı dinlemeği arzu ederim, diye
yalvardığımda bana o duâyı söyledi. Duâ şöyleydi:
"Allahümme innî es'elüke yâ âlimel hafiyye, ve yâ men-is-semâu bikudretihi
mebniyye, ve yâ men-il-erdu biizzetihi mudhıyye, ve yâ men-iş-şemsü vel-kameru
binûri celâlihi müşrika ve mudıyye ve yâ mukbilen alâ külli nefsin mü'minetin
zekiyye ve yâ müsekkine ra'b-el-hâifîne ve ehl-et-takıyye, yâ men havaicul-halki
indehü makdıyye, yâ men necâ Yûsüfe min rıkk-il-ubûdiyye, yâ men leyse lehü
bevvâbün yûnâdî velâ sâhibun yağşa ve lâ vezîrun yu'tî ve lâ gayruhu rabbün yud'a
ve lâ yezdadu alâ kesretil-havaici illâ keremen ve cûden ve sallallahu alâ
Muhammedin ve âlihi ve a'tini süâli inneke alâ külli şey'in kadîr."
Ben de onu okuyup hemen uyandım. Kendimi, yakalanmış bulunduğum hastalık ve
sakatlıktan, felçli halden kurtulmuş halde buldum.
Hazret-i Ali buyurdu ki:
- Bu duâya sımsıkı sarılın. Çünkü o Arş-ı a'zamın hazinelerinden bir hazinedir.
Recep ayıydı. Babamla beraber Kâ'be-i şerîfteydik. Kâ'bede ağlayıp, sızlayarak
Allahü teâlâya duâ eden bir kimsenin sesini işittik. Babam, bu kimseyi çağırmamı
söyledi. Hemen gidip o kimseyi buldum. Güzel yüzlü, temiz bir kimseydi. Fakat, sağ yanı
felç olmuş, kurumuş, hareketsizdi. Kendimi tanıtıp, babamın kendisini beklediğini
söyleyince hemen kalktı. Kendisine yardım ettim. Beraberce babamın yanına geldik.
Babam:
- Sen kimsin ve bu halin nedir, diye sorunca adam şunları anlattı:
- Ey mü'minlerin emiri, Allahü teâlâ tarafından cezaya çarptırılan kimsenin hali nasıl
olur? İsmim Menazil bin Lahık'tır. Ben vaktimi oyun ve eğlence ile geçirdim. Hep
nefsimin arzuları peşinde koşardım. Mübârek aylara hürmet etmez, mübârek aylarda ve
gecelerde günah işlemeye devam ederdim. Salih bir babam vardı. Beni günahlardan
vazgeçirmek için uğraşırdı. Yine bu kıymetli ayların birinde bana dedi ki:
- Allahü teâlânın azabı şiddetlidir. Bir anda kahredebilir. Kötü arkadaşlardan
vazgeç! Bu kötü işleri bırak! Zîrâ melekler ve bu aylar senden şikâyet ederler.
Nasîhata hiç tahammülüm olmadığı için, babamın üzerine yürüyüp onu dövdüm ve
susturdum. Babam benim bu yaptığıma çok üzülmüştü. Bunun üzerine, yedi gün oruç
tutup, Kâ'be-i muazzamaya gitti. Yanında ben de vardım. Burada şöyle duâ etti:
- Ey Rabbim! Mazlumların âhını yerde bırakmazsın. Bu mübârek ayda, bu
mübârek yerde yapılan duâları reddetmezsin. Benim hakkımı oğlumdan al,
oğlumun bir tarafını kurut!
Daha babam duâsını bitirmemişti ki, sağ tarafım felç olup, kurumuştu.
- Baban bu hali görünce ne dedi?
- Çok üzüldü, duâsının bu kadar çabuk kabûl edileceğini düşünememişti. Perişan
halde beraber geri döndük. Ben yaptıklarımdan çok pişman olmuştum, fakat olan
olmuştu. Babam da benim bu halimi gördükçe o da çok üzülüyordu.
Nihayet dayanamayıp, yine Kâ'be-i şerîfin huzurunda benim, iyileşmem, eski halime
dönmem için duâ etmek niyyetiyle hayvana binip yola çıktı. Fakat, yolda hayvandan
düşüp öldü. böylece artık iyileşme ümidim kalmadı. İşte bu halimle her gün gelip burada
cenâb-ı Hakka yalvarıyorum. İnşaallah Rabbim, yine içinde bulunduğumuz şu mübârek
aylar hürmetine duâmı kabûl eder de perişan halden kurtulurum.
Hazret-i Hüseyin sonrasını şöyle anlatır:
Babam, adamın bu halini görünce dayanamadı, bu kimseye bir duâyı öğretti. O kimse
bu duâyı okudu. Şifâ bulup hastalık ve sakatlıktan kurtularak, ertesi gün bizim yanımıza
hiçbir şeyi kalmamış olarak geldiğinde, sordum:
- Bu hale nasıl geldin?
- Akşam eve gittiğimde, babanızın öğrettiği duâyı okuyacaktım. O ara uykuya daldım.
Rü'yâmda, bana bir ses "Allahü teâlâ sana yetişir. Sen öyle bir duâ öğrendin ki, bu
ism-i a'zamdır. Onunla duâolunduğunda kabûl olunur, onunla istediğin verilir."
dedi.
Sevinç içinde uyandım. O arada tekrar bir ağırlık bastı, yine uyudum. Bu defa rü'yâda
Resûlullahı gördüm. Halimi kendilerine arzettim. İnci saçılan mübârek dilinden:
- Amcamın oğlu Ali'nin öğrettiği duâyı oku! Sana ism-i a'zamı öğretti. Onunla
duâ kabûl olur, istenen şey verilir, buyurdu. Ben de:
- Yâ Resûlallah! Mübârek ağzınızdan da o duâyı dinlemeği arzu ederim, diye
yalvardığımda bana o duâyı söyledi. Duâ şöyleydi:
"Allahümme innî es'elüke yâ âlimel hafiyye, ve yâ men-is-semâu bikudretihi
mebniyye, ve yâ men-il-erdu biizzetihi mudhıyye, ve yâ men-iş-şemsü vel-kameru
binûri celâlihi müşrika ve mudıyye ve yâ mukbilen alâ külli nefsin mü'minetin
zekiyye ve yâ müsekkine ra'b-el-hâifîne ve ehl-et-takıyye, yâ men havaicul-halki
indehü makdıyye, yâ men necâ Yûsüfe min rıkk-il-ubûdiyye, yâ men leyse lehü
bevvâbün yûnâdî velâ sâhibun yağşa ve lâ vezîrun yu'tî ve lâ gayruhu rabbün yud'a
ve lâ yezdadu alâ kesretil-havaici illâ keremen ve cûden ve sallallahu alâ
Muhammedin ve âlihi ve a'tini süâli inneke alâ külli şey'in kadîr."
Ben de onu okuyup hemen uyandım. Kendimi, yakalanmış bulunduğum hastalık ve
sakatlıktan, felçli halden kurtulmuş halde buldum.
Hazret-i Ali buyurdu ki:
- Bu duâya sımsıkı sarılın. Çünkü o Arş-ı a'zamın hazinelerinden bir hazinedir.